ANA SAYFA
İletişim
GALERİ
ZİYERETŞİ DEFTERİ
Elazığ Hakkında Bilgiler
KARİKATÜRLER-GÜLMEÇİZ
Elazığ Türküleri
KEPÇE ; DÜNYADAKİ YENİ KULAĞINIZ OLACAĞIZ
=> Laik hukuk ve cumhuriyet
=> Toplum baskısı
=> 'Ali topu Agop'a at!'
=> Hrant davasında savcılardan deliller saklanıyor
=> F tipinde
=> TUHAF BİR REFERANDUM
=> Can Dündar Ada tayyipp yakışıklı mı?
=> MEHMED UZUN
=> Can Dündar filler
=> Hayatımız zamanaşımı
=> Can Dündar Ada bahçede donla dolaşmak
=> Kaz Dağları
=> artık YETER
=> MUALLAK KILIÇ DEVRİ BAŞLADI ,ANAYASA MAHKEMESİNDE İLGİNÇ DÖNEM
=> Üzüm Üreticileri Fabrika Kuracak
=> Can Dündar Ada Askerler
=> rehineler
=> Sizi çok özleyeceğiz
=> Bahçesarayda Eğitim
=> Varoş Kralının İhtiyaç Listesi
=> SON DÜŞEN KALE
=> İNFAZLAR
=> samir amin yeni dünya düzeni hakkında
=> O Öldü! Hepimizin Gözü Aydın! (Aziz Nesin)
=> keklikler
=> AŞURA
=> DİNİN SAHİCİLİĞİ
=> on iki imam
=> MUHARREM MATEMİ VE MATEM ORUCU
=> NEWRUZ
=> 1 Mayıs 1977 Katliamı
SAKLAMA
ANKETE KATIL MA
"Ülkesini en çok seven, işini en iyi yapandır."
DÖRT GÜVERCİN
ZARİK Lİ RESİMLER
TÜRKÜLERİN DİLİ
ACIYI BAL EYLEDİK Yıldırım Türker
seta picture
KÖYÜM
 

Varoş Kralının İhtiyaç Listesi

Can Dündar  Ada
"Müslüm Baba" reklamlarda

Varoş kralının ihtiyaç listesi

Kentin sahipsiz yoksullarının kendini paralayarak dinlediği bir münzevi, "Akıllı olmak artık trend" dedi ve reklamda LCD TV istedi. "Tutunamayanların arabeskçisi" nasıl "perakendecilerin sesi"ne dönüştü?



Önceki hafta İstanbul'da "Perakende Günleri" başladı. Açılışta konuşan bir yabancı holdingin yöneticisi "Türkiye bizim için büyük fırsat. İlk mağazayı Ümraniye'de açtık. Bütün ülkeye yayılan bir mağazalar zinciri kuracağız" dedi.
Peki Ümraniye'den başlayıp ülke sathına yayılacak "en düşük fiyat"lı perakende taarruzunu en iyi kim seslendirebilirdi?
Merkezde doyuma ulaşmış tüketim endüstrisi, varoş kapılarına dayanırken kimden yardım isteyebilirdi?
Tabii ki Müslüm Gürses'ten... Fuarın açılışını o yaptı.
Zaten o günlerde televizyon reklamında taleplerini bir bir sıralıyordu:
"İhtiyacım var şu uzun tatile / İhtiyacım var bir güzel perdeye / Dünyanın bilgisine / Yeni bir elbiseye / Mutlu günler görmeye / İhtiyacım var."
Devam ettikçe ihtiyaç listesi kabarıyordu:
"Yatak yorgan setine / O LCD TV'ye / Home theater sisteme / ihtiyacım var."

Hani itirazı vardı?
"Müslüm Baba"nın ihtiyaç listesinin son 10 yılda nasıl değiştiğini görmek için, tanınmaz hale soktuğu şarkısının orijinalini dinleyelim:
"İtirazım var bu zalim kadere / İtirazım var bu sonsuz kedere / Feleğin cilvesine / Hayatın sillesine / Dertlerin cümlesine / İtirazım var.
Yarım kalan sevgiye / Şu emanet gülmeye / Yaşamadan ölmeye / İtirazım var.
Ben hep yenilmeye mahkum muyum / Ben hep ezilmeye mecbur muyum / İtirazım var bu yalan dolana..."

Serzenişin evcilleştirilmesi
"İtirazım var" yürekten bir varoş yakınmasıydı.
"Batsın bu dünya" türünden bir lanet okuyuştu.
Bilinçli bir isyan değilse de ciğerden bir serzenişti.
"Perakendenin gücü"ne bakınız ki, serzenişten öteye gidememiş bir "itiraz"ı bile eğip büküp "ihtiyaca" dönüştürebildi.
Üstelik bu ihtiyacı, "yenilmeye mahkum" bir münzeviye söyletip onu, yakındığı şeyin reklamını yapar hale sokabildi.
"İhtiyaç kredisi alın, itirazınızdan cayın" demeye getirdi.
Hem de bunu sevimsiz bir cinsiyetçilikle yaptı:
"Perdeye ihtiyacı olanlar" hep kadınlardı.
"Dünyanın bilgisine ihtiyaç duyanlar" hep erkekler...
Yorgan seti kadınlara lazımdı; LCD ekran erkeklere...

Bu kaçıncı vukuat?
Daha geçen yaz kola reklamında elektriğe kapılmış gibi "bırrrr"layarak kafasını sallarken karizmasını yarmasını hazmedemeyenler, Müslüm Baba'nın "hom tiyatır" türküsüyle kredi istemesi karşısında hepten dellendiler.
"Damardan bir kadere isyan şarkısı, nasıl olur da alışveriş listesi haline sokulur" diye söylendiler.
Ama "Baba"nın ilk vukuatı değildi ki bu...
"Kederin müziğini yapan adam" piyasa tarafından yutulalı neredeyse 10 yıl olmuştu.

"Kusursuz" bir ses
17'nci yüzyılın Fransız filozofu Descartes "Düşünüyorum öyleyse varım" demişti ya...
Müslüm Gürses de Okan Bayülgen'e "Ben şimdi düşünebildiğime göre varım tabii" demişti bir seferinde...
Okan "Bunu birisi daha söylemişti Baba" deyince de salvoyu şöyle savuşturmuştu:
"Olabilir. Bizden duymuş, söylemiştir. Mümkündür. O da bizim kardeşimizdir."
Bizi "Baba"ya hasta eden, işte bu müşfik özgüvendi.
Sadece o da değil tabii...
Gazelhan geleneğinden kopup gelen bir dumanlı ses...
O sesle dile gelen sahici acılar...
İçine yüksek dozda kahır tozu serpilmiş şarkılar...

En doğru okuyan dört isim
Ona ilişkin ilk şaşkınlığımı 90'ların ortalarında, bir araştırmanın sonuçlarını okuduğumda yaşamıştım.
Niğde Üniversitesi'nden Prof. Dr. Erdoğan Sürat değişik müzisyenlerin konser kayıtlarını almış, hangi sanatçıların sesini daha doğru kullandığını saptamak için bu kayıtları Japonya'da bir ses laboratuvarına göndermişti. Orada ses teknisyenleri kayıttan rastgele bölümler seçip ses frekanslarını ölçerek icracıların notalara doğru basıp basmadıklarını kontrol etmişlerdi.
Sonuç şaşırtıcıydı:
Klasik devlet müziği korosunun kaydında, seslerin doğruluk payı 100 üzerinden 7 çıkmıştı.
Erzurum Radyosu'ndaki "Doğudan Sesler" halk müziği korosunda ise 100 notanın 100'ü de doğru basılmıştı.
Ajda'nın, MFÖ'nün, Kayahan'ın sesleri 100'e yakındı.
Ama Japonlardan "kusursuz" raporu almayı başaran sadece dört ses vardı:
Orhan Gencebay, Kibariye, Mine Koşan ve Müslüm Gürses...

Tutunamayanların sesi
O dönem daha çok dinlemeye başladım "Baba"yı...
Bir araştırmaya göre çalışan nüfusun 5'te 1'i "Müslümcü" idi.
Neden "İbocu" diye bir şey yokken "Orhancılar", "Ferdiciler", "Müslümcüler" vardı ki?
Çünkü "İbo", merkeze, yani yırtma ihtimaline en yakın olanların sesiydi. Bir ayağı sistemin içinde, öbürü dışındaydı.
"Ben de isterem" diyen bir yırtıcılıkla istediğini alanların müziğini yapıyordu. Sık sık kıyafet, dil, statü, iş, eş değiştirdiği için itikat düzeyinde kendisine bağlı bir kalıcı hayran grubu yaratamıyordu.
Oysa (merkeze uzaklık sırasıyla sayarsak) "Orhancılar", "Ferdiciler" ve nihayet "Müslümcüler" bir tür tarikat gibi dinliyorlardı kendi şarkılarını söyleyenleri...
Özellikle sonuncular, şehirden nasiplenmek şöyle dursun, şehrin en çok çilesini çekenlerdi:
Tinerciler, fahişeler, sahipsizler, hapishanedeki kader mahkumları, kapkaççılar, "bütün duyguları ağır yaralı" olanlar, dibe vuranlar, tutunamayanlar...

Garipler anca kendini yakar
Şu tabloyu unutamıyorum:
90'ların sonu... İstanbul'u sel almış. Gecekondu mahallesini su basmış. Perişan bir adam, diz boyu çamur içindeki evinden kameralara sesleniyor:
"Yatak yorgan ne varsa gitti. Bi tek teyple Müslüm Baba'nın kasetini kurtarabildim."
O bunları söylerken fondan "Garipler"in sesi geliyor: "Hor görülenlerin isyanıdır bu / Sevip sevilmeyenlerin isyanıdır bu / Düzensiz dünyanın günahıdır bu / Yakarsa dünyayı garipler yakar."
O garipler, dünyayı değil, en fazla güçlerinin yettiğini ve en az maliyetliyi yani kendilerini yakabildiler bir tek...
Hayata karşı hınçlarını, Müslüm Baba konserlerinde kendi bedenlerinden aldılar; naralar eşliğinde kollarına, vücutlarına jilet attılar.
"Çektiğim çileler kendime benim / Tutup da birine vurmaz ki elim / Çekilin üstüme varmayın benim / Kötüysem, düşkünsem kime ne bundan?"
Kendini paralayan, kan olup damardan akan ve ille de "kafa yapan" bu sevgiydi, Müslüm Gürses'i "Baba" tahtına, kasetlerini çıktığının haftasına "1 numara"ya oturtan...
O, kendi yolunun yolcusuydu.
Ne İbo gibi medyatikti ne "Orhan abi" gibi filozof...

"Vazgeçmem" dedi ama...
Birkaç kez sahnede izlemiştim onu:
Ankara'da bir pavyonda, Bakü'de bir konserde...
Girdiği ortamda keder tavan yapıyor, parçaları ayindeymiş gibi hep bir ağızdan söyleniyor; o, çevresinde oluşan yangına hiç aldırmadan, adeta dışarıdaki alemle inatlaşırcasına "dünya tersine dönse vazgeçmem" diyordu.
Ama vazgeçti.
Hem de sadece müziğinden, dinleyicilerinden, yaşam biçiminden değil; kendinden de...

Acısız arabesk dönemi
1978'de Adana'da bir trafik kazası geçirmiş Müslüm Gürses... Ağır yaralanmış. "Öldü" diye morga kaldırılmış. Sonra yaşadığı fark edilmiş. Bir beyin ameliyatı geçirmiş.
O ameliyatta koku alma duyusunu yitirmiş.
Şimdi o duyuyu yeniden kazanmışa benziyor.
Önce magazinin kokusunu aldı. Anadolu'nun köhne sinema salonlarını silkeleyen filmlerden vazgeçip sarışın mankenlerle teknede klip dünyasına daldı.
Ardından reklamcıların gözdesi haline geldi:
2004'te bir terlik reklamında kadınlara "O sizin güzelliğiniz" diye iltifat ediyordu.
O yıl Rockİstanbul'da sahneye çıktı.
Artık entelektüellerin ilgi alanındaydı.
Teoman'ın "Paramparça"sını söyledi; Nilüfer'in "Olmadı Yar"ını...
Murathan Mungan'la ortak albüm çıkardı.
Yıllardır içinde gizlendiği dumandan sıyrılıyor, bembeyaz takım elbisesiyle şov dünyasının sahnesine çıkıyordu.
"En güzel beyazzzzz" dedi mi duvarlar beyaza boyanıyor, "bııırrrrr" diye titredi mi, ortalık buz kesiyordu.
Bu süreçte jiletli, dumanlı, dertli seyircisini Gülhane'de bıraktı, önce Açıkhava'ya, oradan Parkorman'a taşındı.
Esma Sultan Yalısı'nda "İsa'nın Son Akşam Yemeği" tablosuna katıldı.
Adına yüzlerce internet sitesi açıldı.
2006 albümünde dediği gibi "Digital çağda business friend / akıllı olmak artık trend" idi.
40 yıllık ismini, 40 yıldır şikayet ettiklerinin hizmetine verdi.
Arabeskçiler para'lanmış, kentleri satın almışlardı; piyasa da arabeskçileri satın aldı.
"Batsın bu dünya"nın disko versiyonu çıkarken, "İtirazım var" da, "ihtiyacım var"a dönüştü.
Şimdi kendine "ihtiyaç sahibi" yeni evlatlar edinmiş Müslüm Baba'nın kasetleri, eski "müşteri"si kamyonculara, uluslararası petrol zincirleri tarafından dağıtılıyor.
Hicranlı şarkılarını, kredi reklamlarında, perakende günlerinin açılışında söylüyor.
Ve 80'li yılların "Acısız arabesk" hayali nihayet gerçek oluyor.


Bugün 25585 ziyaretçi (54730 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol